10 Eylül 2012 Pazartesi
NA"MİLLİ" TAKIM
Ülkemizin yakın geçmişine baktığımızda, memleketin sıkıntılı zamanlarımızda, insanlarımızın yüreğinde bir nebze olsun kıpırdanma, birbirine karşı yumuşama ve kenetlenme yaratabilecek bir araç olmuştur futbol. Ancak günümüzde onca sıkıntıya rağmen, değil kulüp takımlarının Avrupa maçları, milli takımın maçları bile bu etkiyi göstermiyor artık.
Bu “etkisizliğin” benim analiz edebildiğim çeşitli nedenleri mutlaka var.
1. Kulüp sevdasının faşizan bir doğaya bürünmesi.
2. Sanayileşmenin, futbol sayesinde, en alt tabakaya, hatta çocukların bile zihnine girmesi. Bu iş bir arz-talep meselesine dönüştüğü an, milli takımında bir markaya dönüşmesi gerekirdi, becerilemedi. Milli takımın müşteri potansiyeli bırakın üç büyükleri, Anadolu kulüpleriyle bir yarışamaz (forma satışları…)
3. İnsanların geçen yıl ki yaşadığı adalet sarsıntısı…
Çizginin ne tarafında olursa olsun, hiç kimse, Yıldırım Demirören’in başkan olduğu bir kurumu desteklemeyi içine sindiremiyor.
Eskiden, Türk insanı, ay-yıldızı temsil eden her kişi, kurum için belirli bir saygı mekanizmasına sahipti ve koşulsuz desteklerdi. Ancak günümüze gelinceye kadar, bu saf duygu öylesine sömürüldü ki, insanlar da bir noktada haklı görülebilirler. Trilyonlar alan futbolcuların gevşekliği, sırf antrenör tercihi deyip geçemeyeceğimiz futbolcu tercihleri, şeytanın bile aklına gelmeyecek senaryoları anlatan televizyon ve gazete ağızları bizlerin içerisindeki aidiyet duygusunu afiyetle tüketip bitirirken bizler hiç farkında bile olmadık.
Gelelim bugüne… Başta teknik direktör, üzerinde federasyon başkanı toplumun mutabakatını alamamış isimler. Oğuz Çetin tercihini bile daha makul karşılayabilirdim. Çünkü, uzun zamandır birçok farklı teknik adamın yardımcılığını yaptı. Abdullah Avcı’nın hangi mekanizmalarla bu konuma geldiği daha uzun süre tartışılacak. Göreceksiniz, uzun süre görevde de kalacaktır. Yeter ki arkasındaki güç kendisine destek kalmayı başarabilsin. Milli takımda gençleştirme derken, teknik kadronun da bunun içine dahil edileceğini hiç düşünmemiştim.
Hoca belli ki Avrupa pasaportlu kardeşlerimize belirli taahhütler vermiş, Türkiye’yi “tercih” etmeleri için. Ayrıca kendisini göreve getiren mekanizma, bazı futbolcular için de işliyor. Senelerce ayaklarına bakacağın, Nuri, Selçuk orada dururken, seneye belki ancak iki sene sonra muhtemelen oynatamayacağın Emre ile yapılanıyorsun. Nuri – Selçuk ikilisinden Colman – Selçuk performansı elde edilemez mi?
Bir futbol karakterimiz yok. Aslında var ancak demirsiz inşaat gibi. Karaktersiz bir karakter.
Yukarıda ne söyledik? Milli takımın insanımızın yüreğinde tekrar milli sıfatını kazanabilmesi için öncelikle markalaşabilmeli. Markalaşmak sponsorla falan olmaz. Öncelikle ürününüzü doğru tanımlarsınız. Futbolunuzun adını koyar, hocaya da baskı yapar gerekirse hoca değiştirirsiniz. Defansif, kontra atak oyunu olur, önde basan hırslı bol şutlu heyecanlı olur, başka türlü olur. Bir felsefe belirler ve hocaya yensen de yenilsen de zevk verecek futbol oynat dersiniz. Veya, sadece gurbetçi oynatacaksın dersiniz. İnsanları bu pazarlama stratejisinin bir parçası haline getirir ve tekrar milli takım taraftarı kazanırsınız.
Bana kalırsa da, en güzeli ve kolayı, dönemin en iyi futbol oynayan takımını ele alırsınız, Galatasaray, Fenerbahçe, Trabzonspor, Beşiktaş her kimse.. Yabancılarını çıkarır benzeri Türk oyuncularla ikame edersiniz, takıma da hocanız ne oynayın diyorsa şimdi de çıkın onu oynayın dersiniz.
Umarım yakın zamanda, Şenol Güneş, Fatih Terim, Mustafa Denizli gibi futbol adamları federasyon başkanı olurlar, kurumdaki ayrık otları temizlerler ve ülkenin futboluna karakter kazandırmanın temellerini atarlar.
Sırf bayrak hatırına desteklediğimiz milli takımı, temsil ettiği kurumun kokuşmuşluğunu alkışlıyoruz zannedenler yüzünden en sevdiğimiz oyundan mahrum kalacağız.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder